TÜRKiYE’NiN YENİ ‘FETRET’ DÖNEMİ
Istanbul’da 15 ve 20 Kasim 2003 tarihlerinde patlayan bombalar, Türkiye’nin küresel düzen içindeki yerinin yeniden tanimlanmasi tartişmalarini da tetiklemiş görünüyordu.
El Kaide bağlantili islamci bir örgütlenme tarafindan gerçekleştirilen eylemlerde onlarca kişi yaşamini yitirdi. Ölenler arasinda Ingiltere’nin Istanbul Başkonsolosu da vardi.
Türkiye’de Sinegoglara, Ingiliz Başkonsolosluğu’na ve İngiliz-Yahudi sermayesinin uluslararasi bankalarından HSCB’ye yönelik kanli eylemlerin, daha önce Amerika Birleşik Devletleri, Ingiltere, Ispanya, Irak, Suudi Arabistan ve Tunus’ta gerçekleştirilen, Islami renkli saldirilardan farkli değerlendirildiğini söylemek mümkündü.
Türkiye’ye bir test alani olarak bakiliyordu; ilimli Islam ile radikal Islamin kapişacaği tarihsel, kültürel ve sosyolojik bir alan. Saldırıdan hemen sonra Bati basininda, “Sandik bombayı yenecek mi?” diye soruluyordu. Sandikla işaret edilen AKP ile onun hükümet ettiği Türkiye oluyor, bomba ise radikal Islami simgeliyordu.
Bati, 11 Eylül 2001′de New York’ta “Dünya Ticaret Merkezi” adi verilen ikiz gökdelenlere yönelik yikici saldirilardan sonra, Atlantik ötesi ve berisiyle, küresel bir tehdit olarak algıladığı radikal Islama karşi çözümü, giderek artan oranda, ılımlı Islami güçlendirmekte arıyordu.
Çevresine baktiğinda bu modele en uygun ülke olarak Türkiye’yi görüyordu. Çünkü; henüz ileri sanayi ülkesi olmasa bile, sanayileşmiş; diğer Müslüman ülkelerle karşılaştırıldığında üretim yeteneği gelişmiş; modernleşme yolunda ileri sayilabilecek adimlar atmiş; iyi-kötü işleyen bir parlamenter düzeni ve laiklik geleneği olan Türkiye; özellikle ABD için 11 Eylül eylemlerinden sonra giderek farkli bir anlam taşimaya başliyordu. Denilebilir ki, Istanbul’da yapilan saldirilar bu “anlami” daha da güçlendirmişti.
Artik, hem ABD hem de Avrupa’daki Amerikanci çevreler, geçmişten farkli olarak Türkiye’ye yeni bir rol biçmeye hazirlaniyordu. Doğrusu, Almanya ve Fransa gibi diğer Bati Avrupa ülkelerinin de bu role pek itiraz ettikleri söylenemezdi. Dolayisiyla, daha önce “modern, laik ve demokratik bir Müslüman ülke” olarak Islam dünyasi için örnek oluşturduğu belirtilen Türkiye, -ki bu söylem neredeyse bir klişe haline gel-mişti- bundan sonra “Ilimli Islam” ülkesi olarak bütün Doğu’ya “model” olarak sunulmak isteniyordu.
Bu yönde Bali basininda çikan yazilarda gözle görülür bir artiş vardi. Türkiye’de AKP hükümetinin, bu model için “ideal” bir politik araç ve ortam oluşturduğu da, hiçbir ciddi kanita ve deneye dayanmasa bile, sıkça tekrarlaniyordu. Işte, ABD Başkani G. W. Bush ve Ingiltere Başbakani Tony Blair’in Istanbul’da, Beyoğlu’ndaki Ingiliz Başkonsolosluğu’na ve Levent’te-ki HSBC’ye yönelik 20 Kasim 2003 saldinlarindan üç saat sonra birlikte kameralarin önüne geçerek, canli yayinda Türkiye’yi “küresel teröre karşi savaşta bir cephe ülkesi” olarak tanimlamasinin arkasinda yatan politik değerlendirme buydu.
Bati basini ve ABD’deki enstitü ve vakiflarda geliştirilen bu tezler, küçük bir sapmayla hemen Türkiye’de de yeniden üretilmeye başlaniyordu. Özellikle Islamci basinin bir kesimi utangaç şekilde bu yönde yayinlar yapmaya, “derin” analizler üretmeye yöneliyordu. Cengiz Çandar gibi isimler ise, durumdan vazife çikararak bu siyasetin fikri arka planini inşa etmeye girişiyordu.
BOP/ GOP VE ILIMLI İSLAM
Bu fikri arka plan; aslinda ABD’nin gezegene hakim olma stratejisini formüle ettiği, “Yeni Amerikan Yüzyili Projesi” ve projenin en önemli siyasal etabi olan Büyük veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (BOP/GOP) diye isimlendirilen stratejik planlamadir. ABD’nin, yeryüzünün en zengin enerji havzalarının bulunduğu Merkezi Avrasya’yi (Ortadoğu ve Hazar havzasi) denetim altina almak için geliştirdiği GOP’un en önemli boyutunu ise, hiç kuşkusuz “Ilimli Islam” stratejisi oluşturuyordu.
Çünkü, hiçbir rejim sadece askeri ve siyasal zorla ayakta kalamazdi. Bu durum, siyasal ve sosyolojik bir olgu, daha da önemlisi tarihsel derslerden biridir. Dünyanin en kötü ve zorba yönetimleri bile, ömeğin çöpleri toplamak ve firinlan çaliştirmak zorundadir. Dolayisiyla asgari bir toplumsal destek oluşturulmadan hiçbir baskici yönetim ya da diktatörlük sürdürülemez. Ayni şey askeri işgaller ve sömürgecilik için de geçerlidir. Işgal ya da sömürgeciliğin sürdürülebilmesi için etkili bir işbirlikçi sinif ve belli bir toplumsal destek veya kayitsizlik gereklidir.
Işte GOP ve ilimli Islam siyaseti, Ortadoğu ve Islam coğrafyasinda ABD işgaline, neo-klasik sömürgecilik girişimine toplumsal ve siyasal riza üretmek için geliştirilen bir stratejik bir planlamadir.
Özetle ilimli Islam, batili değerlerle uyumlu, siyasal olarak ABD’nin ihtiyaçlarina göre düzenlenmiş, sinirlarin yeniden çizildiği ve nihayet rejimlerin bu amaca uygun olarak değiştirilmesinin öngörüldüğü GOP’un taşiyici kavramidir. Ve bu kavram/stratejik planlama bizi getirip AKP’nin ve Fethullah Gülen hareketinin kapisina koyar.
FETHULLAH GÜLEN’İN MİSYONU!
Çünkü llimli Islam projesinin, içeriden, bölgenin tarihsel ve kültürel ortamindan beslenen, dahasi teolojik zeminde bir taşıyıcıya ihtiyaci vardı. ABD için çok önemli olmakla birlikte, AKP, politik bir parti olarak bu ihtiyaci tam olarak karşılayamazdı. İslami bir kanaat önderi ya da etkili bir tarikat liderinin de katkisi ve desteği gerekliydi. Bu isim, geniş bir örgütsel ağa, mali güce ve yaygin bir etkileme alanina sahip olan Fethullah Gülen’den başkasi değildi.
Bugün Fethullah Gülen, “Dünya denilen geminin kaptani” olarak nitelendirdiği ABD’nin otorite ve iradesine, Islami hedeflere ulaşmak için boyun eğilmesi gerektiğini vaaz ediyor. Dolayisiyla Gülen, ABD’nin “llimli Islam” projesinin teolojik ve felsefi arka planini oluşturmaya soyunmuş gönüllü bir tarikat lideri portresi çiziyor. ABD, GOP’un teolojik arka planini hazirlayacak “alimler” aradiğinda Fethullah Gülen “buradayim” diye elini kaldırmıştı.
Aslinda Fethullah Gülen, daha yolun başindan itibaren ABD ve onun istihbarat örgütleriyle ilişkili bir isimdi. Gülen, Soğuk Savaş yillarinda, yani daha 1960′lı yillann başinda, Komünizmle Mücadele Demeği (KMD)’nin Erzurum Şubesi Yönetim Kurulu üyesiydi. ABD, Türkiye yakin tarihinin en demokratik denebilecek anayasasini getiren 27 Mayis 1960 hareketinin önünü kesmek için, istihbarat örgütü CIA araciliğiyla KMD’yi kurdurmuştu. Bu demek, denilebilir ki, Türkiye’de emperyal istihbarat örgütleriyle ilişkili ilk Soğuk Savaş örgütlenmesiydi.
Bugün Türkiye’de Islamci alanda siyaset yapan bir çok isim bu derneklerde yetişmişti. Örneğin, Saadet Partisi Genel Başkani Recai Kutan Malatya KMD başkaniydi. Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) de bu tip derneklerden biriydi. AKP’nin Dişişleri Bakani Abdullah Gül gibi bir çok Islamci politikaci da MTTB’nden yetişmiş, yöneticilik yapmişti.
Gelenekte bu vardi! Kendi ideolojik-siyasal projelerini (şeriati) hayata geçirmek için gerektiğinde batili emperyal güçlerle işbirliği yapmak…
ILIMLI ISLAM’IN YEŞİL KUŞAKTAN FARKI
llimli Islam projesini, Soğuk Savaş yillarinda yine ABD patentli olan ve Sovyetler Birliği’ni güneyden kuşatmayi amaçlayan “yeşil kuşak” stratejisi ile karjştirmamak gerekiyor.
Çünkü, “yeşil kuşak” siyaseti, radikal ya da ilimli olduğuna bakilmaksizin her Islami harekete, anti-komünist olmak şartiyla sinirsiz destek verdi. Sönümlenmeye başlayan Islami duyarliliklari besledi, büyüttü, örgütledi ve kişkirtti. Çoğu ülkede Islamcilarin ellerine silah verdi, onlari donatti (El-Kaide bu tip örgütlerden sadece biriydi). Onlari bir soğuk savaş gücü olarak hazirladi ve iç savaş aygiti olarak konumlandirdi. Bu politikanin ismi realizm (gerçekçilik), bunu savunanlarin sifati da realistlerdi.
llimli Islam projesi ise, Müslüman dünyayi bölmeyi, kendisine yönelik politik bir tehdit haline gelen radikal Islami yalnizlaştirmayi ve ezmeyi amaçliyor. Bu nedenle, söz konusu projenin ilk sonuçlari, dünyada ve Türkiye’de radikal Islamin ezilmeye çalişilmasi olacaktir.
Diğer taraftan; ilimli Islam projesinin Türkiye bakimindan önemi ise çok yönlüdür. Çünkü; Türkiye’nin kisa ve orta vadede politik yapilanmasini, toplumsal hayatini ve kültürel şekillenmesini derinden etkileme potansiyeline sahiptir. Bu emperyal proje, Türkiye’de rejimin ve toplumsal yaşamin niteliği, rengi ve geleceği ile ilgili bir çatişmanin yolunu döşemiş ve bugün ülkeyi, derin bir krizin eşiğine getirip birakmiştir.
Bu boyutu ve özelliğiyle, Türkiye’nin bugün yaşadiği gerilimin 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 krizlerinden hem nitelik olarak hem de çatişan güçlerin dizilişi bakimindan çok farkli olduğunu görmek gereklidir. Kaldi ki nitelik farki, kaçinilmaz olarak bölünmenin karakterini de belirlemektedir. Türkiye’nin, kirilmalara uğrasa da, 80 yillik cumhuriyet birikimi ile geleceği arasinda yaşanan bir gerilimdir bu.
Bati ve ABD’yi yönetenler, Türkiye’nin sahip olduğu laik düzen nedeniyle Islam dünyasindan onlari etkileyemeyecek kadar uzaklaştiğini, bu nedenle cumhuriyetin ve laiklik ilkesinin yeniden tanimlanarak llimli Islami bir yoruma kavuşturulmasi gerektiğini düşünüyor. Işte bu anlayiş AKP kurmaylari tarafindan açikça sahipleniliyor ve savunuluyor.
Örneğin, TBMM Başkani Bülent Arinç’in 23 Nisan 2006 günü yaptiği konuşma ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’m kimi açiklamalan hiçbir yoruma gerek birakmayacak bir açiklikla bu yaklaşimi ortaya koyuyor. Bu politik hamle, toplumu cumhuriyetin başlangiç ilkeleriyle Islami hukuk (şeriat) arasında bir ortalama almaya zorluyor. Bunun adı da ilimli Islam oluyor.
YENİ ‘FETRET’ DÖNEMİ
Bilinmeli ve beklenmelidir ki, “Ilimli Islam” projesinin Türkiye’de gerçekleştirilmesinin çeşitli güçlükleri bulunmaktadir.
Öncelikle söylenecek şey şudur; Soğuk Savaş döneminde sola karşi bir kalkan olarak kullamlan Islamci hareketler, devlet tarafindan korunup kollanirken artik böyle bir ihtiyaç yok. Türkiye’nin cumhuriyetçi geleneğe sahip güçlerinin yanisira, komünizmin bir tehdit olmaktan çikmasi nedeniyle batici Türkiye elitinin önemli bir kesimi de bu projeye, en hafif deyimiyle sicak bakmiyor.
Bugün Türkiye’nin egemen güçleri arasinda bir yön ve program farklilaşmasi oluşmuş durumda. Toplum ise yön duygusunu yitirmiş ve şaşkin.
Aynca, ortada çok daha önemli bir güçlük var; bütün sorunlarina karşin, Türkiye laikliği büyük ölçüde içselleştirmiş ve bu yönde gelenek oluşturmuş bir ülke. Şiddetli bir iç politik çatişma yaşamadan bu projeyi gerçekleştirmek çok zor.
Türkiye, deyim uygunsa bugün yeni bir “fetret” dönemi yaşiyor. Ülke, tipki 1402 Ankara Savaşi yenilgisinden sonra-ki Osmanli Devleti’nde olduğu gibi şehzadeler arasindaki bir iktidar mücadelesine sahne oluyor.1
Başka bir anlatimla, merkezi otoritenin zayiflamasi ve Türkiye eliti arasinda yaşanan yön ve program farklilaşmasi sonucu ülkede bir iktidar parçalanmasi/dağilmasi yaşaniyor. Farklı güç ve iktidar odaklan ortaya çikiyor ve etkinlik alanlarini genişletmeye çalişiyor.
Bunun anlami şudur; Türkiye’nin tepesinde bugün bir kurumlar savaşi yaşaniyor. Hükümet ve Meclis çoğunluğu; Cumhurbaşkanliği, Yüksek Yargi, Üniversiteler ve Türk Silahli Kuvvetleri ile çatişiyor. Polis, TSK’ya ve yüksek yargiya karşi hükümetin emrinde örtülü operasyonlar yapiyor. Her güç odaği, bütün iktidan eline geçirmek için kiyasiya bir mücadeye girmiş durumda.
Fetret dönemlerinin kalici olmasi ve çok uzun sürmesi doğasi gereği mümkün değildir. Ya güçlü bir şehzade çikacak ve digerlerini tasfiye ederek bütün iktidan elinde toplayacaktir -ki Osmanli‘da da böyle olmuş ve Mehmet Çelebi diğer şehzadeleri yenerek, parçalanmaya son vermiş ve bütün iktidara egemen olmuştur- ya da bu süreç, ülkede bir dağilma ve çözülmeyle sonuçlanacaktir.
Işte Türkiye böyle bir eşikte duruyor ve ülke, bir uzlaşma gerçekleşmezse, şiddetli bir çatişmaya doğru hizla sürükleniyor. Gerçekleşecek bir uzlaşmanin da toplumu ve ülkeyi her halükarda tarihsel, siyasal, hukuki ve kültürel bakimdan geriye çekeceği kesin görünüyor.
Iktidar savaşinin taraflarindan biri olan AKP’nin yaninda, onunla ittifak halindeki Fethullah Gülen örgütü de bulunuyor. Devleti ve toplumu içeriden fethetmeye çalişan sinsi bir strateji izleyen Gülen ekibi, ABD’yi de arkasina almiş görünüyor. Dolayisiyla ABD, ilimli Islam projesine destek verdiği sürece -ki kisa vadede bu desteğin süreceği anlaşiliyor- etkili olmayı sürdüreceklerini görmek gerekiyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder